6 Haziran 2011 Pazartesi

Hakan Günday/ Zargana


zargana üzerine yazmaktan ince ince tırsmaktayım.. halbuki daha yazmadığın yazıdan, izlemediğin filmden, okumadığın kitaptan neden tırsıyorsun ki diye başlayıp bu konudaki psikolojik irdelemelerimle sizi sıkmak istemediğimden hemen düşüncelerime geçiyorum..

öncelikle hakan günday okumak uzun zamandan beri istiyordum.. ani bir kararla listenin üst sıralarına taşıdım zargana'yı ve hızlıca okudum.. ilk şaşırdığım şey kitabın üslubu oldu... zira hakan günday'dan niyeyse böyle ağdalı, uzun cümlelerle dolu, zor okunan bir üslup bekliyordum.. ama gayet kolay okunan ve keyifli bir dil ile karşılaştım.. diğer kitapları nasıl bilmiyorum hepsine bir bakmak lazım.. şaşırdığım ikinci bir şey de yok aslında:)

hikaye karanlık, arka sokaklarda gezinen marjinal bir hikaye.. dolayısıyla uzunluğa değil derinliğe doğru ilerleyen cümlelerle anlatılmış olması ve belki de o karanlığı üslupta değil hikayenin kendisinde bulmak çok daha etkileyici yapıyor anlatılanı.. zargana ise anlaması zor bir tip bana göre.. zargana'ya göre de öyle zaten.. ona göre dünyada yaşayan 4 tip canlı vardır: bitki, hayvan, insan ve zargana... o da kendini arar zaten uzun yıllar boyunca.. ve insanlara gerçek hayatta oynanmak üzere roller yazmaya başlar.. bu oyunun da ona yetmediği yerde kendini anlamak için hayatını sahneye koyar ve biz de oyuncuların rolünü nasıl kabullendiklerini izleriz..

aslında gerçek hayatta da olduğu gibi..

e alıntı yapmadan da olmaz ki şimdi:
"İnsanlar uyurken evlerine hırsızları yollayan hayattır. İnsanlar ölüyken paralarını işletenlerse şirketler. İkisi de durmaz. Sürekli açık bırakırlar ışıklarını..."

daha bir çok, bir çok şeyler söylenebilir benim söyleyeceklerim bu kadar..
 ayrıca bakınız kitabın müziklerinden: the doors/ the end

1 yorum:

  1. Hikaye karanlık ama dili o kadar güzel ki garip bir tatlı+tuzlu karışım çıkıyor...

    YanıtlaSil